(Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda çok sayıda genç kız
berdel adı altında değiş tokuş edilmektedir.)
Ağabeyi kız
kaçırdığından beri evde huzurları kalmamıştı. Kızın ailesi kaçakların peşine
düşmüş, sık sık akrabalarından birileri gelip, onları rahatsız etmişti. Kimse
nerede olduklarını tam olarak bilmese de, köyün yamaçlarındaki dağlarda
saklandıkları dedikodusu her geçen gün kulaktan kulağa yayılmaktaydı.
Genç kız, ağabeyi ile sevgilisine bir zarar gelmemesi, sağ
salim dönmeleri için dua ediyordu. Niye düşmüşlerdi ki onların peşine! Neden
böylesi bir kinle doluydu insanlar sevgi karşısında! Neden birbirine
sevdalananları rahat bırakmıyorlardı! Sevgiden daha üstünü varmıydı ki şu
alemde! Neden sevdalandıkları için suçluydular bu gençler!
Elinden gelse, dağa
çıkıp ikisini de bulur, destek verip, yüreklendirirdi. Yapardı bunu. Biliyordu
sevdanın nasıl yaktığını insanın yüreğini, nasıl gözünü kararttığını çünkü.
Nice zamandır, köyün delikanlılarından birine yanıp tutuşmaktaydı. Onu
evlerinin önünden geçerken ne zaman görse, zangır zangır bir titreme sarıyordu
her yanını elinde olmaksızın. Ah, keşke şu genç de olaydı da ağabeyi kadar
yürekli, kaçırıvereydi onu. Her şeyi geride bırakıp giderdi hiç düşünmeden.
Cesaretlitdi aşk! Umursamazdı hiç kimseyi mutluluğu
kucaklarken! Hoş, o delikanlının
kendisine sevdalı olup olmadığından henüz haberi bile yoktu. Ama yine de
memnundu yüreğindeki kıpırtılardan. Hayata daha güzel bakıyordu onların
varlığıyla. Aşk kıpırtıları neşe veriyorlardı ona hiç sebepsiz. Umut
zerrecikleri serpip kalbine, mutlu bir geleceğin pembeliğine yolluyorlardı. Her
gece o delikanlının hayalini getirip, bırakıyorlardı gözlerinin önüne. Huzurlu
bir uykuya dalıyordu onun bakışlarında.
Babası çok
sinirliydi oğluna. “Söyleyedi ya bana!” diye kızıyordu. “Gider, anıyla şanıyla
isterdik kızı, olur biterdi. Noldu şimdi elaleme maskaralıktan başka!”Annesi üzgündü. Bütün gün gizli köşelerde ağlıyor, oğlunun başına bir iş geleceği endişesiyle yiyip bitiriyordu kendini. “Ah, deli oğlan!” deyip, dövünüyordu hiç durmadan.
_Çıtlatıvereydin ya anana! Düğününüzü yapardı güzelce. Ne işler açtın başımıza.
Bir tek genç kız aşkın gücüne inanıyordu o evde. Aşıkların mutlu bir hayatları olacağından bir an bile şüphe duymuyordu.
Çoktu mucizeleri aşkın. Hiç beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkıverirler, onları hiç beklemeyenlere dokunuverirlerdi yumuşacık dokunuşlarla. Belki fark edemezdi onları insanlar çoğu kez ama onlar hep vardılar. Hep buradaydılar. Her zaman…
Yine gösterdiler mucizelerini ve aşıklar sağ salim bulundu. Muhtar bir zarar gelmemesi için iki genci evinde misafir etmeye karar vermiş, ailelerden de anlaşmalarını istemişti bir an evvel. Kız tarafı kızgın olduğundan, alttan almak erkek tarafına düşmüştü haliyle. Genç kızın babası, aile büyüklerini de alarak, gelin adayının evine ziyarete gitti. Annesi şimdiden başlamıştı düğün hazırlıklarına. Sandıkları açmış, oğluna yaptığı çeyizleri, geline takmak için sakladığı altınları çıkarmıştı ortaya. Gelinlerinin ailesi de, kendileri de köyün en itibarlı ailelerindendi. Tam onlara uygun bir kız bulmuştu oğulları. Uygunsuz bir kıza akıverir oğlanın gönlü diye korkan kadın, pek memnundu bu durumdan. “İki ailenin gücü, zenginliği bir araya gelince, evelallah kimse bükemez bileğimizi! Diyerek, kurum kurum kuruluyordu.
Genç kızın en çok sevindiği şey ise, aşıkların bir araya
gelecek olmalarıydı. Şanslıydılar ikisi de. Kaç kişi sevdiğiyle yuva
kurabiliyordu ki! Alalh herkese nasip etmezdi bunu. Kıymetini bilmeli,
nankörlük yapmamalıydı. Keşke kendisi de varabilseydi gönlündekine. Ömür boyu
bir tek onun yanında olabilseydi. Belki de gerçekleşirdi bu dileği. Belki o da,
ağabeyiyle aynı şansa sahip olurdu.
Kimseye haber
vermeden gizlice gidip muhtarın evine, karısına ağabeyiyle görüşebilmek için
yalvardı. Kadıncağız kocasından çekinse de, kızın yalvarmalarına dayanamayınca,
birkaç dakika için kabul etti isteğini. Ağabeyini de, sevgilisini de pek
endişeli buldu genç kız. Sabahtan beri beklemekteydiler ama hala bir haber çıkmış
değildi. Gözlerinde öyle bir korku vardı ki, ayrılırlarsa ikisinin de
yaşayamayacağı belliydi. Aşk öyle bir tutunmuştu ki
yüreklerine, söküp atmak imkansızdı. Teselli etti her ikisini
de. “Bir haftaya kalmaz yaparız düğününüzü. Annem hazırlıklara başladı bile.”
dediğinde, iki aşığın gözleri ışıklanmıştı bile. Bu düğün mutlaka
gerçekleşmeliydi.
Akşama doğru babasıyla yanındakiler dönmüşlerdi. Genç kız çok
merak etmesine rağmen olanları, bir şey sorması ayıp kaçacağından, hala
beklemekteydi. Annesi yemek hazırlamıştı misafirlere. Kapılar kapanmış,
hararetli bir konuşma başlamıştı içerde. Kız dinlemeye yeltense de, hiçbir şey
duyamıyor, sadece uğultu halinde sesler geliyordu kulağına. Bir an önce her
şeyi öğrenmek için can attığı anda, annesi yemek tepsisiyle odadan çıkıp,
kapattı kapıyı.
Sorunca neler olup bittiğini, “Olacak inşallah!” cevabını
aldı.
_Olmamış mı daha yani?
_Onların da şartları var elbet! Ee, kolay değil bizim oğlan
kızlarını kaçırdı. Karşılığını isterler tabii!_Karşılığı mı?
_Elbet ya!
_Neymiş ki karşılığı?
_Törelerimizi bilmez gibi konuşma kız! Berdel isterler!
_Berdel mi? Kime?_Tövbe estağfurullah! Bana olacak değil a! Sana elbet!
_Bana mı? Olmaz!
_Ne demek olmaz kız! Hakları! Hem töre böyle.
_Kime istiyorlar ki beni?
_Gelinin abisine.
Kızcağız çığlığı andırır bir ses çıkardı;
_Abisine mi? Evli o!
_Varsın evli olsun. Hem zaten hastalıklı bir karı almış. Çocuğu da yok. Genç adam onla oturacak değil a!
_Varmam be ona. Vallaha da billaha da varmam!
_Kız ne diyon sen! Varmam ne demek! Hem, sana soran kim? Töre ne derse o!
Genç kız hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.
_Bana ne töreden! Benim günahım ne! Niye beni kurban ediyonuz!
_Ya ne yapacaktık! Kız, Allah muhafaza kan davası olur bu işin sonu! On altına girdin. Doğru dürüst bir isteyenin çıkmadı. İyi kısmet bu. Zengin adamlar. Rahatın, keyfin yerinde olacak. Aklını kullan, hemen çocuk doğur. Sağlama la yerini. Yarın bir gün ağa karısı olacan, daha ne!
Hayatı kararmıştı bir anda. Ne ağlamaları, ne bağırıp yalvarmalarının yoktu hiçbir faydası. Anasıyla, babası merhamet etmek değil, neredeyse döveceklerdi onu. İnsan nasıl olur da acımazdı evladına. Neden başkalarının yaptıklarının cezasını o çekiyordu. Evleneceği adam geldikçe aklına sinirden yüzü kıpkırmızı oluyordu. Suratsız, kaba adamın biriydi damat adayı. Arda bir karşılaşırlar da, kız onu görmemek için yolunu değiştirirdi. Şimdi nasıl “kocam “ diyecekti ona. Nefret ettiği bir adamla nasıl evlenecek, nasıl bağlanacaktı ona.
Günlerdir yatağından çıkmıyor, tek lokma koymuyordu ağzına. Ama kimsenin aldırış ettiği yoktu haline. Evde düğün hazırlıkları son hızla devam ederken, annesi ikide bir yanına gelip tehditkar bir tavırla söylenip duruyordu;
_Bak kız, vallaha kan davası çıkar! Sen olursun sebebi!
Artık ağlamıyordu bile. Bitap düşmüştü. Ne olacaksa olsun bir an önce diye düşünerek bekliyorken o acılı kalbiyle, yardıma gelen kadınlara annesinin anlattıklarını duymamak için kulaklarını tıkıyordu bazen.
_Çifte düğün yapıyoruz. Köyün en zenginleriyle dünürlük varmış kısmette. Allah herkese nasip etsin böylesini! Oğlanla gelin pek mutlular. Kız desen, yarın bir gün buraların hanım ağası! Bir eli yağda bir eli balda olacak.
İsyan etmeyecekti artık. Bir işe yaramayacağını anlamıştı bunun. Kendini toplayacak, o gelinliği giyip, o düğünde oturacak, o adamla evlenecekti. Kim karşı durabilmişti ki törelere, o durabilsin! Onun hayatı da töre uğruna ziyan edilenlerden biri olacaktı sadece. Hepsi buydu.
Düğün günü gelip çattığında, kimselere belli etmeden derdini, ondan ne bekleniyorsa aynen yaptı. Hatta yüzüne gülücükler kondurmayı bile başardı.
Büyük bir masada oturuyorlardı gelinlerle damatlar hep birlikte. Ağabeyiyle, yengesinin gözlerindeki o koyu sevdalı renge takıldı bakışları. İçini bir ferahlık kapladı. Onlar mutluydular hiç olmazsa. Aşkın mucizeleri tutarken onların ellerinden, genç kızı yapayalnız bırakmışlardı.
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder