14 Temmuz 2012 Cumartesi

VEDA


 (  Türkiye’de çok sayıda kadın eşlerinin ölümünden sonra aile içi evliliklere zorlanmaktadır.)                                                                            
     


Ne uğursuz bir gündü. Anlamıştı o sabah kalktığında kötü bir şeyler olacağını. Yüreği böyle pır pır attı mı hiç sebepsiz, mutlaka üzülürdü. Çocukluğundan beri böyleydi.Gece çökmüş, hala dönmemişti kocası eve. Hiç böyle yapmazdı. Meraklanmış, nefes alamaz hale gelmişti. Dönüp durdu yatağında sabah ezanı okunana dek. Çıkıp dışarıya baktı. Kocası yoktu ortalıklarda. Gözleri dolmuştu da, ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Kaynanasıyla, kayınpederi sabah namazına durunca, o da kahvaltıyı hazırlamaya koyulmuştu.Tam, sofra bezini serip, üzerine siniyi koymuştu ki, kapının vurulduğunu duydu. Yine sıkıştı yüreği, kayınpederi kapıya seğirtirken. Bir iki saniye sonra jandarmanın sesi kulaklarını tırmaladı;
_Oğlunu vurmuşlar.
Bu iki kelime, dönüp dolaşıyor, birbirleriyle çarpışıp, genç kadının bedenini allak bullak ediyorlardı. Boğazına aniden geliveren bir çığlık düğümlendi. Bağırmak istedikçe, sesi daha da derinlere gömülüyordu. Adeta yığılıverdi olduğu yere. Başındaki kara bulutlar da çöktüler onunla birlikte. Yaşadığı en büyük acıydı bu. Neler olmuş, kim öldürmüştü kocasını. Tek bir ipucu bile yoktu. Günler geçmiş ama hiçbir gelişme olmamıştı. Aşiretten haber geldiğini duydu, kayınpederi kaynanasına anlatırken.”Kapatın bu işin üstünü!” demişlerdi. Aşiretin isteği buysa, karşı gelmek düşmezdi onlara. “Kader böyleymiş!” diye fısıldamıştı kaynanası.
İsyan etmek geçiyordu genç kadının içinden. Dağ gibi kocası bir anda yok olmuştu ama bir Allahın kulu soramıyordu bunun hesabını. İsyan dalgası her an daha da büyüyüp, onu rahat bırakmasa da, biliyordu ki, şimdiye kadar uğradığı tüm haksızlıklar gibi bunu da sineye çekmek zorundaydı. Babalarını soran çocuklarına, tıpkı babaannelerinin dediği gibi, “Kader böyleymiş! “ demek düşecekti ona da bir gün.O kadar çok ağlamıştı ki, artık akmaktan yorulmuştu gözyaşları. Ağlamak neye yarardı ki zaten! Kederini daha fazla artırıyordu, hepsi bu. Elden bir şey gelmedikten sonra, gözyaşlarından medet ummak niyeydi!
    Günlerdir ev taziyeye gelenlerle dolup taşıyordu. O acısıyla, onca kişiye hizmet etmekten bitao düşmüştü genç kadın. Bir robot gibi, sabahları kalkıp evi temizliyor, misafirlere çay kahve taşıyor, yemeğe kalanlara sofra kurup kaldırıyordu. Tüm bu işleri yapmaktan daha ağır gelense, kendisine acıyan gözlerle bakanlara tahammül etmekti. Kasabanın kadınları, kaynanasının oturduğu sedirin etrafını sarmış, sözde onu teselli eder görünürken, öte yandan  da, gelinin dedikodusunu yapmaktan geri durmuyorlardı;
_ Daha pek de taze!
_ Genç kadın böyle dul başına olur muymuş!
 _ Evlendirmek lazım gelir bir an evvel.
_ Vallahi söz olur!
_ Namusunuza laf gelir alimallah!
 Tüm söylenenleri oturduğu yerde sessizce dinleyen kaynana, arada bir gelinine öfke dolu bakışlar fırlatıyordu. Oldum olası sevmemişti gelini ama oğlu öldüğünden beri, ondan enikonu nefret ediyordu sanki suç ondaymışcasına. Genç kadın da farkındaydı o bakışların. Elinden geleni yapmasına rağmen, yaşlı kadın onu hiçbir zaman benimseyememiş, oğluna bir türlü yakıştıramamıştı.
   Ne çok sevmişlerdi birbirlerini onlar! Ölecek kadar sevmişlerdi. Gözleri görmemişti kimseleri.Onunla evlendiği gün, dünyanın en mutlu kadınıydı. Güvenmişti, inanmıştı ona. Hep yanında olacağını sanmıştı. Ama bırakıp gitmişti işte kocası onu. İki çocuğuyla ortada koymuştu. Kimsesizliğin tam ortasına atmıştı. Ne yapacaktı! Babaevine dönse, sığamazdı iki çocukla. Burada kalsa, her günü binbir zorlukla geçecekti. Başını omzuna yaslayıp teselli bulacağı bir erkeği de yoktu artık.
Adı dula çıkmıştı ya bir kere, tüm gözler üzerinde olacaktı bundan sonra. Her hareketinden bir anlam çıkarılacak, her yaptığının ardında bir şeyler aranacaktı. Daha şimdiden, daha kocası
öleli birkaç gün olmuşken bile başlamıştı dedikodular. Bunalıyordu. Sık sık bahçeye çıkıp temiz hava almak ihtiyacı duymasına başka anlamlar yüklemekteydi kaynanası.
_Aslan gibi kocayı gömdü. Hala, aklı fikri dışarıda, gezmede!
Sanki tek acı çeken bu yaşlı kadındı! Ya kendisi! Dünyada tek sevdiği tek erkeği kaybetmişti. Ama dertleşeceği, onu dinleyecek, anlayacak, teselli edecek kimsesi yoktu. Çaresizce intihar etmeyi bile geçirdi aklından. Sonra çocukları gelince gözlerinin önüne, onlar için yaşaması gerektiğini hatırladı. Onlar için mücadele edecekti sonuna kadar.
     Aşiretten birileri gelmiş, kayınpederiyle odaya kapanmışlardı saatlerdir. Konuşmalarının harareti dışarıya kadar yansıyordu. Merak içindeydi evdeki herkes. Kayınvalidesi o buz gibi haliyle camın önüne oturmuş, sabahtan beri yerinden kımıldamadan dışarıya bakıyordu. Aklından neler geçtiği belirsizdi. Biliyordu töreleri. Dillendirmeseler de, aslında hepsi biliyorlardı. Aşiretin ileri gelenleri ne karar verirlerse, sualsiz sorgusuz uygulamaktı onların görevi. Günlük işlerine devam ediyor görünseler de, hepsinin aklı fikri o odada alınacak karardaydı.
Nihayet, akşama doğru kapı açıldı. Misafirler teker teker dışarı çıktılar. Evsahibi onları yolcu ettikten sonra karısının yanına gitmiş, yine kapılar kapanmış, yine ortalığı sessizlik bürümüştü. Bir süre geçince, kocasının erkek kardeşi de katıldı onlara. Tahminleri vardı neler olduğuna dair ama bunu kendine karşı bile itiraf etmekten korkuyordu. Kaynanasının, onu çağıran şefkatten uzak sesini duydu.İçeri girer girmez, kayınbiraderinin yüzüne baktı ilk önce. Delikanlı, gözleri yerde, yüzü, kanı çekilmiş misali bembeyaz oturmaktaydı öylece. Anladı her şeyi Titreyen bacaklarıyla odanın ortasında güçlükle durmaya çalıştı. Kayınpederi boğazını temizleyerek, konuşmaya hazırlanıyordu. “Aşiret kararını verdi.” dedi bakışlarını gelininin gözlerinden kaçırarak.
_Töre ne derse o! Sen de bilirsin bunu!
Başını sallamakla yetindi genç kadın. O töre denen lanetin, hayatları nasıl mahvettiğini çok iyi bilirdi. Şimdi kendisiydi yeni kurban! Hoş, zaten sevdiği öldükten sonra onun hayatı paramparça olmuştu. Adam devam ediyordu konuşmasına;
_Seni tekrardan everecem!
Bunu söylerken, başıyla kayınbiraderini işaret ediyor, bir yandan da, az duyulur bir sesle mırıldanıyordu:
_Törenin emri budur!

Biliyordu hiçbir işe yaramayacağını itiraz ederken, yine de etti;
_Aşiret böyle ister kızım. Hadi, sen git de bir çay demle.
Ağlayarak girdi mutfağa. Kardeş bellediği adama nasıl “koca” diyecekti. Bu ne biçim bir kaderdi. Neden mahkum edilmişti böyle yaşamaya. Kayınbiraderiyle konuşsa, o ikna edebilir miydi kocasını acaba. Elbet, o da istemiyordu bunu. Hem, belki onun da vardı bir sevdiği. Genç bir adamın hayatı da mahvolmaktaydı kendininkiyle beraber. Eğer çocukları olmasa, bir dakika bile tereddüt etmez, kıyardı canına. Ama bağlanmıştı eli kolu. Hiçbir çıkar yol yoktu.
   Ertesi gün bahçede yakaladı kayınbiraderini. “Kurban olayım konuş babanla.” dedi koluna yapışıp. “Belki ikna edersin!”
Genç adamın yüzünde umutsuzluk geziniyordu sadece.
_Yok yenge. Aşiret karar vermiş bir kere. Bundan dönüş olmaz artık. Hem, sana da, çocuklarla da kol kanat gerecek bir erkek lazım.Yeğenlerim onlar benim.
_Kendini kurban ediyorsun. Senin de aile kurmaya, sevdiğinle evlenmeye hakkın var.
_Boşver yenge!
Bunu öyle bir tonda söylemişti ki, genç kadın artık tüm ümitlerin tükenmiş olduğunu ürpertiyle farketti.
Töre yine galip gelmiş, yine almıştı istediğini. Yine iki genç insanın hayatını altüst etmeyi başarmıştı.Kayınbiraderinin, bahçe kapısından çıkıp, başı önünde ilerleyişini seyretti yaşlı gözlerle. Omuzları, aldığı yükün ağırlığıyla şimdiden çökmüş, adımlarını güçlükle atıyordu. Birkaç gün öncesinin o neşeli, güçlü kuvvetli delikanlısı yaşlı bir adama dönüşmüştü.
“İkimiz de birer kurbanız!” diye düşündü genç kadın. Bir de çocuklar vardı. Amcalarıyla evlendiğininasıl izah edecekti onlara. Henüz o kadar küçüktüler ki! Bu yaşananlar çok fazlaydı her ikisi için de. Ama büyüdükçe onlar da alışacak, onlar da, töre denen canavarın baskısını her an hissedeceklerd, hayatlarında. O zaman annelerine de, amcalarına da hak verirlerdi belki. Her şeye ikisi uğruna katlandıklarını anlayacaklardı. Affederlerdi belki o zaman. Affetmeseler de, tek okusunlar, kendilerini kurtarsınlar da, başka hiçbir şey istemiyordu.
Anaydı o. Elbet her fedakarlığı göze alırdı çocukları için. Ama amcalarının yaptığı daha da büyük bir fedakarlıktı. İstese çekip giderdi. Oysa o kalmayı, hayatını gözden çıkarmayı seçmişti. Belki sevdiğini, belki hayallerini bırakmıştı ardında. Kendinden çok ona üzülüyordu genç kadın. O hiç değilse sevdiğinin kollarında nice geceler geçirmişti. Onların hatıralarıyla yaşardı bundan sonra. Birden ne çok özlediğini hissetti kocasını. Kokusu burun deliklerini sızlattı. Odasına girdi. Çeyiz sandığını açıp, resmini çıkardı bastı bağrına. Gözyaşlarıyla ıslattığı resmi öptü defalarca. Bu bir vedaydı.

                                 

                                                                        SON

 






         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder