14 Temmuz 2012 Cumartesi

BENİMLE HUZUR




            BENİMLE  HUZUR
     Mutluluk oyunu oynayan küçük bir kız vardı, okumuştum hikayesini resimli bir kitapta,
ben de küçük bir kızken. Mutludur daima küçük kızlar ama bilmezler bunun anlamını.
Ben bilirdim. Sonra,  benimle birlikte diğerleri de büyüdü, dağıldık hepimiz bir yerlere,
yaşamaya çalıştık. Ben beceremedim, hep düşkırıklıkları, hüzünler, korkular oldu etrafımda. Ve, ötekileri merak edip durdum. Onlardan biriyle her karşılaştığımda, sormak geçti içimden, ” Küçük bir kızken mutlu olduğun kadar, daha sonraları da mutlu olabildin mi ? ” diye, soramadım. Klasik cevaplar vardır hani, okuldayken, renkli yaprakları olan defterlerimize yazardık; ” Mutluluk ufak şeylerde gizlidir. Bir kuşun ötüşünde, bir gülümseyişte, bir çiçek demetinde...”  Kuşlar susup kaldı, gülümsemeler gölgelendi, çiçekller soldu, sen gittin. Kış geçti, sonra yaz da geçti, ardından baharlar bitti, sonbahar da gitti, sen gittin... İntikamını almalıyım senin, olabildiğince  çok kişiyi aşık etmeliyim kendine. Onları sevdiğimi sanmalılar ve en mutlu hissettikleri zamanda kendilerini, terketmeliyim hiç sebepsiz. Almalıyım intikamını senin. Herkes bilmeli, bilmeli ve anlamalı, şaşırmalı mutluluğun ne kadar geçici olduğuna. İnanmamalılar, kanmamalılar benim gibi. Sen gittin, bir ağrı başladı başımda, gözlerime  indi, sonra dudaklarıma. Kutu kutu ilaçlar içtim geçmedi. Hep başımda, gözlerimde, dudaklarımda kaldı. Sevdi oraları, sen sevmedin. Sevseydin gitmezdin.
   Karanlık olmamalı odalar, ışıkları açmalıyım. Hatta, bütün lambalara yüz mumluk ampuller takmalıyım. Gece gündüz yanmalılar. Güneş gündüzlerimi aydınlatmıyor,
ısıtmıyor. Kendini beğenmiş güneş, o kadar sıcaksa, neden yüreğim bu kadar soğuk!
Bütün dünyayı ısıtan güneş, bir tek benim yüreğimi mi ısıtamıyor. Suç yüreğimde mi
yani, hayır güneşte! Yıldızlar güneş kadar kendini beğenmiş değiller, uğraşıyorlar geceyi aydınlatmak için ama yetmiyor ki güçleri. Küçükler çünkü, parlak ve küçük. Gece yine karanlık, yine korkutucu. Ah, şimdi çimenlerin üzerine uzansam sırtüstü, gözlerimi dikip yıldızlara baksam, saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca baksam. Kendimi elmaslarla kaplı, upuzun bir yolda yürüyor gibi hissetsem. Her adım atışımda, elmaslar ezilse ayaklarımın altında. Ezilirlerken çıkardıkları sesler, o çıtırtılar  korkunç bir zevk verse bana. Arkama dönüp baktığımda, toz haline gelmiş pırıltılar görsem. Ellerime alıp avuç avuç savursam gökyüzüne doğru, sana doğru. Savurduğum elmaslı toz bulutları yüzüne gelse, acıtsa yanaklarını, dudaklarını çizse, kanatsa. Kanın tuzlu tadını hissetsen dilinde, buruk kan tadı. Gözlerine dolsa elmaslı toz bulutları, yaksa kavursa gözlerini, yaşlar aksa engel olamadığın. Kıpkırmızı kızarsa gözlerin. Ellerinin tersiyle silmeye çalıştığın gözyaşları, daha da hızlı akmaya başlasa gözlerinden. İki elinin yapamadığını, tek  parmağımla yapsam, parmağım bir kurutma kağıdı gibi emse bütün yaşlarını.  Gözlerindeki tüm yaşlar parmağımın ucuna toplansa, hepsi tek bir damla olsa. Yüreğinde iyi kötü ne kadar duygu varsa, içime hapsetmeyi çok istemiştim. Şimdi o tek damlada, parmağımın ucunda kalsan hep. Karanlık, hayır açmayacağım ışıkları. Mum yakmalıyım, renkli renkli mumlar yakıp, koymalıyım yerlere. Aralarından her geçişimde, alevler yakmalı ayaklarımı, yanmalıyım. Sen gittin, kalbim yandı.
  Günlerce evden çıkmamak, saçlarımı hiç taramamak, kendime hiç bakmamak istiyorum. Olabildiğince çirkinleşmeliyim, kimseler beğenmemeli beni, sana kalmalıyım. Sadece, bana geleceğin gün güzel olmalıyım. Makyaj yapmalı, en şık  elbisemi giymeli ve  beklemeliyim seni.
Işığı açtım, giyinmek istiyorum. Banyoya gittim, aynanın karşısında boyadım yüzümü.
Dudaklarıma kıpkırmızı bir ruj sürdüm. Odaya döndüm tekrar, mini etek giydim. İnce
çoraplar, yüksek topuklu ayakkabılar, dar bir bluz. Boy aynasının önüne geçip baktım
kendime, güzel buldum beni. Biraz önce, eski eşofmanların içindeki saçı başı dağınık,
bakımsız kadınla, aynada gördüğüm aynı kişi miydi !  Erkekleri kandırmak ne kolaydı!
Bunu düşündüm. Dışarıya çıkıp şimdi, bir yerlere gitmeli, birileriyle tanışmalı.
Almalıyım senin intikamını. Kapının önünde durdum bir süre, vazgeçtim sonra, çıkarıp attım ayakkabılarımı, kapattım ışıkları, yine karanlık...
    Mutluluk geçiciydi, baharlar gibi tıpkı ama gözlerin her gözümün önüne gelince,
mutluluk da gelirdi. Yine de unutmazdım geçici olduğunu, hep huzur arardım. Sen de
bulmuştum bunu. Sesinde, yüzünde diyemem, huzur sende bir bütünlüktü, senden ayrı
değildi, bir parçandı huzur. Hissederdim, sana kızdığımda bile bu duygu çıkmazdı
içimden. Sanki huzur hamurundaydı senin, taze pişmiş bir çöreğin üzerindeki susamlar
misali yapışmıştı sana, pişmişti seninle, kokusu sinmişti üzerine. Sen gittin, kalmadı taze çöreklerin tadı.
Ahmet Hamdi Tampınar’ın “Huzur” romanını okumadım, okuyamadım. Umudum
çünkü o benim, korktum. Ne hüzünlü bir yazar, her kelimesi, her cümlesi hüzün. O hüzün
yazmış, ben hüzün okuyacağım. ” Huzur ”’ u  bir kitapçının vitrininde gördüğümde,  huzursuzluk hissettim önce. B elki de hissetmedim, zaten hep vardı bende. Sokuldum yanına, elime alamadım. Sağındaki, solundaki, üstündeki, altındaki kitapları karıştırdım
 teker teker, alacakmış gibi inceledim uzun uzun. Her tarafa yayılan müzik sesi öylesine rahatlatıcı gelmişti ki, ” Huzur”’ a sarılmak, yatağıma uzanmak istedim.
Raflardaki kitapları karıştırdım yine, dokundum hepsine. Her dokunup karıştırdığım,
sayfalarını çevirdiğim kitaptan sonra,  belirsiz bir cüret geliyordu bana. Elim  bir
hamleyle  “ Huzur”’a uzanıyordu, birden telaşla geri çekiyordum. Defalarca tekrarladıktan sonra yapamayacağımı anladım. Bende olmalıydı o, senin ellerinin bende
kalması gibi. Okuyamasam da, umudum olmalıydı. Ellerinin sıcaklığı ne uzak şimdi
benden. Yıllar oldu, hatırlıyorum ama, sen geldiğinde ,bir daha üşümek nedir
bilmeyecekler asla. O güne kadar dayanacağım soğuklara, avutacağım, senin sıcaklığını anlatıp ellerimi. Huzuru bekliyordum, cesaretim yoktu belki ama hakkım vardı buna. Öyle özlemiş, o kadar çok hasretini çekmiştim ki. Çalışanlardan birinden yardım istedim.
Beş dakika sonra, kitapçının kapısından çıkıyordum ve tuttuğum poşetin sapı, avuçlarımı
yakıp kavuruyordu. Huzur vardı çünkü yüreğimde, senden sonra ilk defa  bu kadar yakınımdaydı. ”Huzur”’la ben yürüyorduk yollarda. Sanki yanımda sen  vardın, kolkolaydık. Kalbimden huzurlu sözleri olan şarkılar söylemek geliyordu. Bir gün seninle, bir bahar gününde, bir tepeye çıkıp söylediğimiz şarkılar gibi bağıra bağıra.
Şarkılar baharlarda söylenir hep, neden baharlar şarkı mevsimidir. O tepede, o bahar gününde de, üstümüzde bahar dalları açmıştı. Dallarda bülbüller ötmüştü, şarkımızla kaçırmıştık onları. Bir daha hiç yakalayamadım bülbüllerle uçup yok olan huzurları. Sen gittin...
     Karanlık yine. Güneş kendini beğenmiş değilmiş, soğuk da değilmiş.  O değdirmiş
meğerse yüreğime yalancı sevinci dışarıda. Döndüm karanlık evime, kitabımı bıraktım
masanın üzerine. Aynı kitapçıdaki korku yine saplandı yüreğime. Kırılıp  kaldım, seni aradım. Tutamadım “Huzur”’u, dokunamadım bile, sadece baktım. Bekliyordu sessiz,kimsesiz. Biraz çaresiz gözüktü bana, kendim gibi. O benim tek çaremdi ama ya
onun çaresi kimdi, neydi!  Hüzünlü yazarı mı, yoksa huzurlu adı mı, düşündüm, bulamadım. Günler geçti, kitap masanın üzerinde hala.  Artık benim gibi değil,
huzurlu, memnun görünüyor halinden. Kırgın gibi de değil okunmadığı için, aldırmıyor
belki de, bilmiyor son umudum olduğunu. Ona her baktığımda, korkuyla beraber
bir ümit de kaplıyor her yanımı, oltaya takılan balıklar misali. Sonsuz deniz ülkesinden,
zarif deniz kızlarından ayırır zalim adamlar masum balıkları, atarlar daracık, renki plastik kovalara. İşte orada son bir çırpınışları vardır tekrar denizde olmak umuduyla, oysa boşunadır.  O masum balıklar gibiyim, nasıl da anlıyorum şimdi acılarını. Ne zalim her şey, dünya  yeryüzü.
    Yanına gidiyorum kitabımın, yine bir cesaret var ki üzerimde anlatılamaz. Dokunuyorum kapağına, ilk sayfasını açıyorum. Bir satır okuyabilsem, gelecek gerisi
biliyorum. Olmuyor, yapamam! Ya biterse her şey, ya bulamazsam aradığımı, son ümidim de giderse ellerimden, öylece bomboş kalırsam, bomboş ve yalnız. Sen gittin, alıştı ellerim yalnızlığa zaten, yine alışırlar mı, bilmem bir kez daha katlanabilirler mi.
Korkmasam, bir başlayabilsem okumaya, belki duyumsarım huzuru yeniden, beraber
geçirdiğimiz günler gibi. Yo, seninle hissettiğimle aynı olamaz asla ama bir parça, belki biraz daha idare edebilecek kadar huzur, razıyım o kadarına. Sen gittin, tek umudum o kaldı. Yaşadıklarıma katlandım, kendime yaptıklarıma dayandım, kitabım vardı çünkü.
Okurdum bir gün, kavuşurdum huzura yeniden. Karanlıklarda korktuğumda bunu düşündüm. Yokluğuna alışamadım bunu düşündüm. Kızdım, nefret ettim senden, suratına
binlerce tokat atmak istedim, bunu düşündüm. İyi geldi bana, bünyeye iyi gelen bir ilaç gibiydi, sakinleştirici bir hap, rahatlatan bir kadeh içki gibi.
    Zamanı şimdi, her şeyin zamanı vardır. Göçmen kuşların gitme zamanı hüzün zamanıdır, kırılır insanın içinde bir yerler. Çiçeklerin açma zamanı renktir, rengarenk. Şimdi kitabın okunma anı, ya şimdi, ya hiç.  Siyah ve beyaz, gri yok, olamaz da. Okurum sonuna kadar, son sayfaya gelene dek umut kalır bende. Önemlidir son sayfa, kitap biter
ve ben bulamazsam aradığımı hala, kalan ümidim de kırılır. Tek bir teli olan ve o da kopan, işe yaramaz bir saz gibi  kenara atılmış, kalırım öylece. Sen gittin, duygularım,
hayallerim, arzularım işe yaramadı bir daha. Yok olup gittiler seninle buralardan çok
uzaklara, başka diyarlara. Beklemedim dönmelerini, biliyordum artık gelemezlerdi.
   Yağmur yağıyor, sokak bomboş oldu aniden. Çıkıp yürümeli şimdi ıslak ıslak. Niye
kaçılır ki yağmurdan, anlayamam bir türlü. Kaçmak değil, tam tersine, bulur bulmaz
yağmuru, ıslanmak lazım altında. Sular saçlarından yüzüne, dudaklarına süzülürken,
üzerinden geçip, ellerine, parmak uçlarına doğru yayılırken, sonra tekrar yerdeki su
birikintileriyle buluşurken yağmur damlaları, günahlar da o damlalar gibi, parmak
uçlarından akar gider. Bir hafiflik hisseder insan, alışamaz buna bir türlü, günahların
eski ağırlığını özler. Yağmur durur durmaz düşer yollara, başka günahların peşinde.
  Fırlatıp atmalı şu kitabı dışarı, evet evet, atayım pencereden.Yere düşerken hangi
sayfası açılır acaba, ilk sayfası mı, yoksa o çok önemli son sayfa mı. Belki de ortalarda
bir yer.Yaş kaldırımda yatar öylece, dönüp bakmaz kimseler. Yağmur şiddetlenir, sayfalar suyun ıslaklığıyla yumuşamaya başlar, suyu emer, çekerler sünger gibi büyük
bir iştahla, çamurlanır her yanları. Yağmur dindikten sonra, yoldan gelip geçenlerin
ayakları altında hırpalanır kitabım iyice, savururlar bir köşeye umursamazlıkla, acımadan
Aç bir sokak köpeği koşturarak gelir yanına, gözlerinde yiyecek bulmanın ışıklarıyla. Burnuyla araştırır bu garip şeyi, koklar. Anlayınca  işine yaramayacağını, kocaman
gözlerindeki  kocaman hayalkırıklığıyla, ışıklarına veda edip, çeker gider.
Ertesi sabah güneş açar belki. Bakıp camdan görürüm kitabımı, kurumuştur artık.
Sayfalarında dünkü yağmurun izleri, beklemektedir kaldırımın bir köşesinde. Eski
güzelliğinden eser kalmamış, unutulmuş. Uzaktan bir çöpçü görünür, dudağında mutsuz bir ıslık, elinde süpürgesi, yavaş yavaş süpürmeye koyulur sokağı. Nihayet kitabımın
beklediği yere gelir, süpürüverir onu da aldırış bile etmeden, atar küreğine. Daha
kimseler okumadan, kitaplıktaki en değer verilen kitap olmanın keyfini süremeden,
huzurunu hiç kimseye sunamadan boylayıverir kitabım şehir çöplüğünü. Olmaz
yapamayacağım, son umudumu bırakamam sokaklara, ıslatamam yağmurlarda, ”Huzur” ‘
umu huzursuz edemem. Okumalıyım günü geldiğinde, biraz cesaret kırıntısı
duyduğumda bedenimde, saçlarımın dibinden yüreğime yayılan, okuyacağım, değişecek
her şey.
   Güzel olmalıyım, saçlarımı taramalı, en güzel kıyafetimi giymeli, makyaj yapmalı,
gözlerimi kapatıp beklemeliyim seni. Duyulmuyor mu sesim, duyulsaydı eğer, gitmezdin
sen biliyorum.      

                                                                  S   O   N












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder