FATMA ALİYE HANIM
(1862_1936)
HÜZNÜN YARAŞTIĞI KADIN
Adetmiş bir
zamanlar, bebek dünyaya
ilk gözlerini açtığı anda,
“Güzel olsun!”, “Kısmeti
bol olsun!”, “Bahtı açık olsun!”
gibi dualar etmek.
Fatma Aliye’nin ebesi
de nereden aklına
geldiyse, “Akıllı olsun!”
dileğinde bulunmuştu küçük
kız için, bebeği
annesi Adviye hanımın
kollarına verirken.
Melekler o an
her vakitkinden daha
mı gayretliydiler yoksa
ebe kadın mı
şanslı günündeydi bilinmez!
Gelgelelim, meleklerin bu
dileği duydukları besbelli
ki, küçük bebek
gün gelmiş Osmanlı’nın
ilk kadın romancısı
ve sayılı entellektüellerinden birisi
olarak yazdırmış adını
edebiyat tarihimizin hüzün
kokulu sayfalarına.
Fatma Aliye
doğuştan bu dünyaya
ayrıcalıklı gelenler sınıfına aitti. Babası
Osmanlının yetiştirdiği en
önemli tarih ve
devlet adamlarından birisiydi.
Kısas_ı Enbiya ve
Mecelle gibi eserler
meydana getirmiş olan
Cevdet paşanın, kızına
en iyi tahsil
imkanlarını sunması sayesinde,
Fatma Aliye arapça,
matematik, hukuk, arap
tarihi ve felsefe
eğitimi görmüş, ağabeyi
Ali Sedat’ın evde
özel hocalardan aldığı
derslere katılarak fransızcasını
geliştirmişti. Daha pek
küçükken felsefeye alaka
gösteren çocuk, babasıyla
Aristoteles, Platon, İbn_i
Rüşt gibi ünleri
yedi cihanda duyulmuş
düşünürlerin felsefeleri üzerine
uzun uzun konuşup,
fikir alışverişinde bulunur,
her defasında da
Cevdet paşayı hayretten
hayrete düşürürdü yaptığı
yorumlarla.
Her ne kadar
Fatma Aliye ilk
kadın romancımız olarak
anılsa da, bazı çevreler
bunun, 1877’ de
Aşk_ı Vatan isimli
bir roman yazan
Zafer hanıma karşı
haksızlık olduğunu düşünmektedirler. Lakin
Zafer hanım tek
bir romanla kalıp,
devamını kimbilir ne
sebeple getiremediğinden, kendisinden
sonra gelen ve
çok sayıda eser
veren Fatma Aliye
bu ünvanı rakibesinin
avuçlarından alıvermiştir sessizce.
Belki kırılmıştır Zafer
hanımın narin kalbi.
Belki de , bir
kadının elinden çıkan
ilk romanın hep
kendine ait olacağının
bilinciyle mutlu kalmıştır.
Belki Zafer hanım
mücadeleci değildi Fatma
Aliye kadar. Belki
o gücü hiç
bulamadı yorgun duygularında. Belki
daha bile büyüktü
de hayalleri Fatma
Aliye’ninkilerden, cesaretin güvenli
omuzlarına sığınamadı hiç.
Belki kader böyle
istedi. Belki tarih
böyle yazılmalıydı. Belki
her şey olması
gerektiği gibiydi.
Aşkın pırıltılı okları,
artık bir genç
kız olan Fatma
Aliye’nin kalbini de
esir etmişler miydi kendilerine,
tam on yedi
yaşında Gazi Osman
paşanın yeğeni kolağası
Faik bey ile
evlenirken. Yoksa aşkı hiç
tadamadığından mıydı romanlarında
sevdadan söz açması
sıkça!
Kocası, onu varolduğunu
en çok hissettiği
şeyden, okumaktan menettiğinde
ne hissetmişti! Duyduğu
öfke daha mı
sonsuzdu sırlarla dolu
semalardan! Öylesi güçlü
bir karaktere sahip
bir kadın bu
yasağa dayanırken, neler
kopup gitmişti içinden!
Vazgeçmedi.
Gizli gizli okumaya
devam etti tam
on sene boyunca.
Ve azmin zaferi
kazanınca her daim olduğu
gibi, 1889’da George
Ohnet’in Volonte adlı
romanını Meram ismiyle çevirerek, “Bir
hanım” imzasıyla yayınlandı.
Kimi zaman dostluk
aşktan daha sıkı
sarıp sarmalayıverir insanoğlunu. Tıpkı,
Fatma Aliye ile,
çalışmaları dikkatini çekince
bu genç hanım
hakkında Tercüman_ı Hakikat
gazetesinde övgülerle dolu
bir yazı yayınlayan
Ahmet Mithat efendinin
dostlukları gibi. Ahmet
Mithat manevi kızı
olarak bahsetmiştir her
zaman Fatma Aliyeden
ve onu “feylesof”
adıyla çağırmıştır.
Aralarındaki bu bağ
eserlerine de yansır.
Birlikte Hayal Ve
Hakikat isimli bir
roman yazarlar. Romanın
kadın ağzından çıkan
bölümleri ni Fatma Aliye
kaleme alırken, erkek
ağzından çıkan kısımlar
Ahmet Mithat’a aittir.
Bu roman Ahmet
Mithat ve bir
hanım imzasıyla yayınlanır.
İkili her konuda
çok uzun mektuplarla
birbirlerinin ruhlarına dokunmuşlardır senelerce.
Bu mektuplar yine
Tercüman_ı Hakikat gazetesinde
tefrika edilmiştir. 1893
yılında Ahmet Mithat ,
Fatma Aliye’nin kendisini
anlattığı mektuplar ve
Ahmet Mithat’ın Fatma
Aliye’yi anlattığı yazılardan
oluşan Bir Osmanlı
Kadın Yazarın Doğuşu
adlı kitabını yayınladığında büyük
bir alakayla karşılanmıştır.
Fatma Aliye hanım
döneminin en aydın
kadınları arasındaydı. Eserlerinde
kadın erkek eşitliğine,
kadının ekonomik ve
sosyal hayatta yer
alması gerekliliğine, eğitim
eşitliğinin önemine, boşanma
durumunda kadınların erkeklerle
eşit haklara sahip
olmalarına oldukça sık
değinmiş, çokeşliliğe karşı
çıkmış, doğu ve
batının değerlerini kendince
sentezleyerek özellikle kadınlara
ışık tutmuştur. Gelenekçi
bir yapısı olmasına
rağmen aynı zamanda
da feministtir.
Millet
tiyatrosunda yaptığı bir
konuşmasıyla, döneminin en
güçlü kadınlarından biri
olduğunu kanıtlayan da odur,
Fransız yazar Emilie
Julyar’ın Doğu Ve
Batı Kadınları adlı
kitabını fransız gazetelerine
yazdığı mektupla eleştirerek
Fransa ‘da büyük yankı
uyandıran da. Tarihimizin çok önemli
bir devrine tanıklık
etmiş olan Fatma
Aliye’nin yaşadığı dönem
göz önüne alındığında, felsefi
derinliğinin hangi ölçülere
vardığı daha net
ortaya çıkacaktır.
Eserlerinde Mütercime_i
Meram takma adını
kullanan yazarın ilk
romanı Muhaderat bir
kadının ilk aşkını
unutarak tekrar aşık
olabileceği tezini savunur.
Reşat Nuri
Güntekin’in de çok
etkilendiğini ifade ettiği
Udi isimli romanında
ise Fatma Aliye,
hayat hikayesine tanıklık
ettiği Halepli Bedia’nın
yaşadıklarını anlatmıştır. Bedia
zengin bir hayatın
içinde zevk olarak
çalmayı öğrendiği udunu,
gün gelecek geçimini
sağlamak için çalmaya
başlayacaktır.
Bu romanda
yazarın, kadınların dikkatini
çekmek istediği konu, kadınların
çalışmalarının önemi üzerinedir. Nisavn_ı
İslam
adlı
eseri
fransızca
ve
almancaya
çevrilmiştir. 1914 yılında yazdığı
Ahmet
Cevdet
Paşa
Ve
Zamanı
son yapıtıdır. Bu romanında meşrutiyet
sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır.
İslamda
kadının
durumunu
avrupalı
kadınlara
anlattığı
1892 de
yayınlanan
Nisvan
Fatma
Aliye
her
zaman
ilklerin
kadınıydı.
İlk
Osmanlı
kadın
romancı,
kitapları
başka
dillere
ilk
çevrilen ,
felsefi
konularda
ilk
eser
veren,
hakkında
monografi
yazılan,
dünya
sergilerine
davet
edilen
ilk
osmanlı
kadınıdır.
Şikago
Dünya
Kadın
Kütüphanesi
kataloğu
Fatma
Aliye’nin
eserlerine
1893
de
evsahipliği
yaparak,
dünyaya
açılmasına
vesile
olmuştur.
Fatma Aliyenin en
önemli özelliklerinden birisi
de yardımseverliğidir. Bu
alanda da önderlik
karakteri ön plana
çıkmış, 1897de ilk
kadın derneği ve
sivil toplum kuruluşu
olan Nisvan_ı Osmaniye
İmdat Cemiyetini kurarak,
asker ailelerine yardım
etmiştir. Ayrıca Hilal_i
Ahmer!in de ilk
kadın üyesidir. Türk
yunan savaşında yaralananlara
yardım için Tercüman_ı
Hakikat gazetesinde yazdığı
makaleler sayesinde çok
miktarda yardım malzemesi
toplayan da yine bu cesur kadındır.
Böylesi merhametle dolu
bir kalp yetinebilir mi bu
yaptıklarıyla! Fatma Aliye
yetinmemiş ve 1908
yılında ilk resmi
kadın derneği olan
Cemiyet_i İmdadiyeyi kurmuştur.
II. Meşrutiyete değin,
onlarca kız çocuğuna
ismi verilecek kadar,
ünü bütün Osmanlıya
yayılmış olan bu
muhteşem kalem, imparatorluğun çöküşe
geçtiği dönemlerde unutulmaya
başlamış, bunun olacağını
önceden hissettiğinde, kendini
tamamen unutturmak için,
hayattayken ölüm haberini
gazetede yayınlatacak kadar
enteresan bir kişiliğe
sahiptir.
Bazı çevreler onun
gelenekçi yanını, diğerleri
feminist tarafını devamlı
gündemde tutmak istemekteler
bu günlerde. Kimbilir,
Fatma Aliye nasıl
anılmaktan mutlu olur,
kendini daha iyi
hissederdi. Bunu kendisine
sorma imkanı yok
ne yazık. Cesur,
ilerici, özgür bir
ruhu bünyesinde barındıran,
öğrenme arzusuyla dolu,
yazmaya sevdalı, mücadeleyi
seven bir kadındı
o. Günümüzde bile,
kadınların yaşadıkları zorlukları
düşündüğümüzde, o yıllarda
bir kadının yazar
olabilmek için hangi
yollardan geçtiğini çok
daha iyi farkedebiliriz.
İlk Osmanlı kadın
feministlerinden Emine Semiye’nin
ablası, tiyatro sanatçısı
Suna Selen in anneannesi
olan Fatma Aliye,
edebiyat dünyasında tattığı
sonsuz başarısının hazzına
rağmen, özel hayatında
hayalkırıklığının füme renkli
hazin bulutları sıkça
başının üzerinde dolanıp
durdular.
Dört kız çocuğuna
kendini adamış bir
anneydi. Vatanına hizmet
etmiş, edebiyat dünyasına
muhteşem eserler kazandırmış,
kendini kanıtlamak için
hayatı boyunca mücadele
etmiş, hemcinslerinin hakları
için savaşmış bu
kadın çocuklarının yaşadıkları
şanssızlıklarla en derin
sızıyı duyumsamıştı.
Balkondan düşerek
beyin hasarı geçiren
kızı Hatice nin acısını,
ünlü yazar Halide
Edip’i hocasıyla evlenmesinden
dolayı eleştirirken, kızı
Ayşe’nin aynı davranışı
sergilemesinin sıkıntısını, onun
yanında olabilmek için
nişanlısından ayrılıp,
yalnızlığı seçen kızı
Nimet’in burukluğunu ,
vicdanındaki suçluluk duygusuyla
beraber yanında taşıdı
hep. Fatma Aliye’yi
en hummalı hayalkırıklıklarının ortasında
bırakansa, Dame De
Sion’da okurken hristiyanlığı
seçerek, Fransa da bir
manastıra kapanıp rahibe
olan, annesinin tüm servetini
harcayarak, özel dedektifler
tutmasına rağmen bir
daha izine rastlayamadığı kızı
İsmetin hasretiydi. 13
temmuz 1936 da vefat
ettiğinde dudaklarında sadece
o isim vardı.
Aytül Bingöl