17 Aralık 2012 Pazartesi

HÜZNÜN YARAŞTIĞI KADIN _ FATMA ALİYE

 

 

                                                                FATMA    ALİYE   HANIM

                                                                         (1862_1936)

                                                           HÜZNÜN  YARAŞTIĞI  KADIN

 

      Adetmiş  bir  zamanlar,  bebek  dünyaya  ilk  gözlerini  açtığı anda,  “Güzel  olsun!”,  “Kısmeti  bol olsun!”,  “Bahtı  açık olsun!”  gibi  dualar  etmek.  Fatma  Aliye’nin  ebesi  de  nereden  aklına  geldiyse,   “Akıllı  olsun!”  dileğinde  bulunmuştu  küçük  kız  için,  bebeği  annesi  Adviye  hanımın  kollarına  verirken. 

Melekler  o  an  her  vakitkinden  daha    gayretliydiler  yoksa  ebe  kadın    şanslı  günündeydi  bilinmez!  Gelgelelim,  meleklerin  bu  dileği  duydukları  besbelli  ki,  küçük  bebek  gün  gelmiş  Osmanlı’nın  ilk  kadın  romancısı  ve  sayılı  entellektüellerinden  birisi  olarak  yazdırmış  adını  edebiyat  tarihimizin  hüzün  kokulu  sayfalarına. 

 Fatma  Aliye  doğuştan   bu  dünyaya  ayrıcalıklı  gelenler  sınıfına aitti.  Babası  Osmanlının    yetiştirdiği   en  önemli  tarih  ve  devlet  adamlarından  birisiydi.  Kısas_ı  Enbiya  ve  Mecelle  gibi  eserler  meydana  getirmiş  olan  Cevdet  paşanın,  kızına  en  iyi  tahsil  imkanlarını  sunması  sayesinde,  Fatma  Aliye  arapça,  matematik,  hukuk,  arap  tarihi  ve  felsefe  eğitimi  görmüş,  ağabeyi  Ali  Sedat’ın  evde  özel  hocalardan  aldığı  derslere  katılarak  fransızcasını  geliştirmişti.  Daha  pek  küçükken  felsefeye  alaka  gösteren   çocuk,  babasıyla  Aristoteles,  Platon,  İbn_i  Rüşt  gibi  ünleri  yedi  cihanda  duyulmuş  düşünürlerin  felsefeleri  üzerine  uzun  uzun  konuşup,  fikir  alışverişinde  bulunur,  her  defasında  da  Cevdet  paşayı  hayretten  hayrete  düşürürdü  yaptığı  yorumlarla.

 

Her  ne  kadar  Fatma  Aliye  ilk  kadın  romancımız  olarak  anılsa da,  bazı  çevreler  bunun,   1877’  de  Aşk_ı  Vatan  isimli  bir  roman  yazan  Zafer  hanıma  karşı   haksızlık  olduğunu  düşünmektedirler.  Lakin  Zafer  hanım  tek  bir  romanla   kalıp,  devamını  kimbilir  ne  sebeple  getiremediğinden,  kendisinden   sonra  gelen   ve  çok  sayıda  eser  veren  Fatma  Aliye   bu  ünvanı  rakibesinin  avuçlarından  alıvermiştir  sessizce.  Belki  kırılmıştır  Zafer  hanımın  narin  kalbi.  Belki  de ,  bir  kadının  elinden  çıkan  ilk  romanın  hep  kendine  ait  olacağının  bilinciyle  mutlu  kalmıştır.

Belki   Zafer  hanım  mücadeleci  değildi  Fatma  Aliye  kadar.  Belki  o  gücü  hiç  bulamadı  yorgun  duygularında.   Belki  daha  bile  büyüktü  de  hayalleri  Fatma  Aliye’ninkilerden,  cesaretin  güvenli  omuzlarına  sığınamadı  hiç.  Belki  kader  böyle  istedi.  Belki  tarih  böyle  yazılmalıydı.  Belki  her  şey  olması  gerektiği  gibiydi.

Aşkın  pırıltılı  okları,  artık  bir  genç  kız  olan  Fatma  Aliye’nin  kalbini  de  esir  etmişler miydi  kendilerine,  tam  on  yedi  yaşında  Gazi  Osman  paşanın  yeğeni  kolağası  Faik  bey  ile  evlenirken. Yoksa  aşkı  hiç  tadamadığından  mıydı  romanlarında  sevdadan  söz  açması  sıkça! 

Kocası,   onu  varolduğunu  en  çok  hissettiği  şeyden,  okumaktan  menettiğinde  ne  hissetmişti!  Duyduğu  öfke  daha    sonsuzdu  sırlarla  dolu  semalardan!   Öylesi  güçlü  bir  karaktere  sahip  bir  kadın  bu  yasağa  dayanırken,  neler  kopup  gitmişti  içinden! 

Vazgeçmedi.  Gizli  gizli  okumaya  devam  etti  tam  on  sene  boyunca.  Ve  azmin  zaferi  kazanınca her  daim  olduğu  gibi,  1889’da  George  Ohnet’in  Volonte  adlı  romanını  Meram  ismiyle çevirerek,  “Bir  hanım”  imzasıyla  yayınlandı. 

Kimi  zaman  dostluk  aşktan  daha  sıkı  sarıp  sarmalayıverir   insanoğlunu.   Tıpkı,   Fatma  Aliye  ile,  çalışmaları  dikkatini  çekince  bu  genç  hanım  hakkında  Tercüman_ı   Hakikat  gazetesinde   övgülerle  dolu  bir  yazı  yayınlayan   Ahmet  Mithat  efendinin  dostlukları  gibi.  Ahmet  Mithat  manevi  kızı  olarak  bahsetmiştir  her  zaman  Fatma  Aliyeden  ve  onu  “feylesof”  adıyla  çağırmıştır.

Aralarındaki  bu  bağ  eserlerine  de  yansır.  Birlikte  Hayal  Ve  Hakikat  isimli  bir  roman  yazarlar.  Romanın  kadın  ağzından  çıkan  bölümleri ni  Fatma  Aliye  kaleme  alırken,  erkek  ağzından  çıkan  kısımlar  Ahmet  Mithat’a  aittir.  Bu  roman  Ahmet  Mithat  ve  bir  hanım  imzasıyla  yayınlanır.

İkili  her  konuda  çok  uzun  mektuplarla  birbirlerinin  ruhlarına  dokunmuşlardır  senelerce.  Bu  mektuplar  yine  Tercüman_ı  Hakikat  gazetesinde  tefrika  edilmiştir.  1893  yılında  Ahmet  Mithat ,  Fatma  Aliye’nin  kendisini  anlattığı  mektuplar  ve  Ahmet  Mithat’ın  Fatma  Aliye’yi  anlattığı  yazılardan  oluşan  Bir  Osmanlı  Kadın  Yazarın  Doğuşu  adlı  kitabını  yayınladığında  büyük  bir  alakayla  karşılanmıştır.

Fatma  Aliye  hanım  döneminin  en  aydın  kadınları  arasındaydı.  Eserlerinde  kadın  erkek  eşitliğine,  kadının  ekonomik  ve  sosyal  hayatta  yer  alması  gerekliliğine,  eğitim  eşitliğinin  önemine,  boşanma  durumunda  kadınların  erkeklerle  eşit  haklara  sahip  olmalarına  oldukça  sık  değinmiş,  çokeşliliğe  karşı  çıkmış,  doğu  ve  batının  değerlerini  kendince  sentezleyerek   özellikle  kadınlara  ışık  tutmuştur.  Gelenekçi  bir  yapısı  olmasına  rağmen  aynı  zamanda  da  feministtir.

Millet  tiyatrosunda  yaptığı  bir  konuşmasıyla,  döneminin  en  güçlü  kadınlarından  biri  olduğunu  kanıtlayan da  odur,  Fransız  yazar  Emilie  Julyar’ın   Doğu  Ve  Batı  Kadınları  adlı  kitabını  fransız  gazetelerine  yazdığı   mektupla   eleştirerek   Fransa ‘da  büyük  yankı  uyandıran  da.  Tarihimizin çok  önemli  bir  devrine  tanıklık  etmiş  olan  Fatma  Aliye’nin  yaşadığı  dönem  göz önüne  alındığında,  felsefi  derinliğinin  hangi  ölçülere  vardığı  daha  net  ortaya  çıkacaktır.

  Eserlerinde  Mütercime_i  Meram  takma  adını  kullanan  yazarın  ilk  romanı  Muhaderat  bir  kadının  ilk  aşkını  unutarak  tekrar  aşık  olabileceği  tezini  savunur.
 Reşat  Nuri  Güntekin’in  de  çok  etkilendiğini  ifade  ettiği  Udi  isimli  romanında  ise  Fatma  Aliye,  hayat  hikayesine  tanıklık  ettiği  Halepli  Bedia’nın  yaşadıklarını  anlatmıştır.   Bedia  zengin  bir  hayatın  içinde  zevk  olarak  çalmayı  öğrendiği  udunu,  gün  gelecek  geçimini  sağlamak  için  çalmaya  başlayacaktır. 
Bu  romanda  yazarın,  kadınların  dikkatini  çekmek  istediği    konu,  kadınların çalışmalarının  önemi  üzerinedir. Nisavn_ı  İslam  adlı  eseri  fransızca  ve  almancaya  çevrilmiştir. 1914 yılında yazdığı  Ahmet  Cevdet  Paşa  Ve  Zamanı  son yapıtıdır. Bu romanında meşrutiyet sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır.
İslamda kadının durumunu avrupalı kadınlara anlattığı 1892 de yayınlanan Nisvan
 

Fatma  Aliye  her  zaman  ilklerin  kadınıydı.  İlk  Osmanlı  kadın  romancı,  kitapları  başka  dillere  ilk  çevrilen ,  felsefi  konularda  ilk  eser  veren,  hakkında  monografi  yazılan,  dünya  sergilerine  davet  edilen  ilk  osmanlı  kadınıdır.  Şikago  Dünya  Kadın  Kütüphanesi  kataloğu   Fatma  Aliye’nin  eserlerine  1893  de  evsahipliği  yaparak,  dünyaya  açılmasına  vesile  olmuştur.

Fatma  Aliyenin  en  önemli  özelliklerinden  birisi  de  yardımseverliğidir.  Bu  alanda  da  önderlik  karakteri  ön  plana  çıkmış,  1897de  ilk  kadın  derneği  ve  sivil  toplum  kuruluşu  olan   Nisvan_ı  Osmaniye  İmdat  Cemiyetini  kurarak,  asker  ailelerine   yardım  etmiştir.   Ayrıca  Hilal_i  Ahmer!in  de  ilk  kadın  üyesidir.  Türk  yunan  savaşında  yaralananlara  yardım  için  Tercüman_ı  Hakikat   gazetesinde  yazdığı  makaleler  sayesinde  çok  miktarda  yardım  malzemesi  toplayan da yine  bu cesur  kadındır.  Böylesi  merhametle  dolu  bir  kalp yetinebilir mi  bu  yaptıklarıyla!  Fatma  Aliye  yetinmemiş  ve   1908  yılında  ilk  resmi  kadın  derneği  olan  Cemiyet_i   İmdadiyeyi  kurmuştur.

II.  Meşrutiyete  değin,  onlarca  kız  çocuğuna  ismi  verilecek  kadar,  ünü  bütün  Osmanlıya  yayılmış  olan   bu  muhteşem  kalem,  imparatorluğun  çöküşe  geçtiği  dönemlerde  unutulmaya  başlamış,  bunun  olacağını  önceden  hissettiğinde,  kendini  tamamen  unutturmak  için,  hayattayken  ölüm  haberini  gazetede  yayınlatacak  kadar  enteresan  bir  kişiliğe  sahiptir.

Bazı  çevreler  onun  gelenekçi   yanını,  diğerleri  feminist  tarafını  devamlı  gündemde  tutmak  istemekteler  bu  günlerde.  Kimbilir,  Fatma  Aliye  nasıl  anılmaktan  mutlu  olur,  kendini  daha  iyi  hissederdi.  Bunu  kendisine  sorma  imkanı  yok  ne  yazık.  Cesur,  ilerici,  özgür  bir  ruhu  bünyesinde  barındıran,  öğrenme  arzusuyla  dolu,   yazmaya  sevdalı,  mücadeleyi  seven  bir  kadındı  o.  Günümüzde  bile,  kadınların  yaşadıkları  zorlukları  düşündüğümüzde,  o  yıllarda  bir  kadının  yazar  olabilmek  için  hangi  yollardan  geçtiğini  çok  daha  iyi  farkedebiliriz.   

İlk  Osmanlı  kadın  feministlerinden  Emine  Semiye’nin  ablası,  tiyatro  sanatçısı  Suna  Selen in  anneannesi  olan  Fatma   Aliye,  edebiyat  dünyasında  tattığı  sonsuz  başarısının  hazzına  rağmen,  özel   hayatında  hayalkırıklığının  füme  renkli  hazin  bulutları  sıkça  başının  üzerinde  dolanıp  durdular.  

Dört  kız  çocuğuna  kendini  adamış  bir  anneydi.  Vatanına  hizmet  etmiş,  edebiyat  dünyasına  muhteşem  eserler  kazandırmış,  kendini  kanıtlamak  için  hayatı  boyunca  mücadele  etmiş,  hemcinslerinin  hakları  için  savaşmış  bu  kadın  çocuklarının  yaşadıkları  şanssızlıklarla  en  derin  sızıyı  duyumsamıştı.

 Balkondan  düşerek  beyin  hasarı  geçiren  kızı  Hatice nin  acısını,  ünlü  yazar  Halide  Edip’i  hocasıyla  evlenmesinden  dolayı  eleştirirken,  kızı  Ayşe’nin  aynı  davranışı  sergilemesinin  sıkıntısını,  onun  yanında  olabilmek  için  nişanlısından  ayrılıp, yalnızlığı  seçen  kızı  Nimet’in  burukluğunu , vicdanındaki  suçluluk  duygusuyla  beraber  yanında  taşıdı  hep.  Fatma   Aliye’yi  en  hummalı  hayalkırıklıklarının  ortasında  bırakansa,  Dame  De  Sion’da  okurken  hristiyanlığı  seçerek,   Fransa da  bir  manastıra  kapanıp  rahibe  olan, annesinin  tüm  servetini   harcayarak,  özel  dedektifler  tutmasına  rağmen  bir  daha  izine  rastlayamadığı  kızı  İsmetin  hasretiydi.   13  temmuz  1936 da  vefat  ettiğinde  dudaklarında  sadece  o  isim  vardı.

 

Aytül  Bingöl

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder